Divitimden Damlayan
Yaşar Koç | Yönetim ve Strateji Uzmanı
16 Ağustos 2025 | Ankara
Yıllar önce televizyonda bir banka reklamı oynuyordu. Reklamın yıldızı, elinde cam bir bardakla su sebilinden su satan bir çocuktu.
Sıcaktan kızarmış yanakları, yaz güneşinin altında ter içindeydi.
Su, en saf haliyle, sebilden akan ışıltılı damlalarla serinlik vaat eden cam bardaklarda servis ediliyordu. Takım elbiseli ve kravatlı beyler müdavimdi.
O zamanlar “plastik şişe” su diye bir şey yoktu; su, en saf haliyle cam bir bardaktan, musluktan veya çeşmeden dökülür, serinliği avucunuzdan dudaklarınıza ulaşırdı.
Reklamda, bir çocuk kazandığı parayla önce bir şemsiye, sonra bir tabure alıyor. Küçük bir tezgahla başlayan hikayesi, giderek büyüdü.
İş zekâsının ve insan emeğinin gelişen bir işe dönüşümü…
Bu sadece bir su satış hikayesi değildi; girişimciliğin, kararlılığın ve sıkı çalışmanın simgesiydi.
O yılların Türkiye’sinde su, günlük yaşamın doğal bir parçasıydı.
Mahalle çeşmeleri hâlâ canlıydı.
İstanbul’un Arnavut kaldırımlarında, Ege kasabalarının gölgesinde, Orta Anadolu’nun tozlu sokaklarında, bazen bir çınarın altında, bazen bir caminin avlusunda akardı.
Kimse markasını sormaz, sağlıklı olup olmadığını sormaktan da çekinmezdi. Soluk soluğa oynanan bir oyun arasında soluklanmaktı, serinlemekti…
Çeşmeye eğilip gönülden içmek, güven ve sosyal yakınlığın bir göstergesiydi.
Bugün ise durum bambaşka. Su, plastik şişelerde ve damacanalarda renkli etiketlerin ardında saklı.
Her köşede satılan, sabit fiyatlı ve özenle tasarlanmış ambalajlı ticari bir ürün. Musluk suyuna duyulan güven azaldıkça, üzerinde “doğal kaynak” yazan şişeler günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline geldi.
Bu dönüşüm sadece teknolojik veya ekonomik değil; aynı zamanda sosyolojik bir dönüşüm.
Su eskiden kolektif bir paylaşımdı.
Mahalledeki herkes için ortak bir değerdi, dostça sohbetlerin fonuydu.
Şimdi ise, daha bireysel bir yaşam tarzıyla birlikte su, kişisel bir tüketim nesnesi haline geldi.
Ortak bir çeşmenin başında buluşan komşuların yerini, süpermarket raflarının önünden selamlaşmadan geçen insanlar aldı.
Üstelik her yıl daha da kötüleşen kuraklık, bu tabloyu daha da düşündürücü kılıyor. Tarım arazileri susuzluktan çatlıyor, göller çekiliyor, nehirler inceliyor.
Bir zamanlar bereketin simgesi olan su, artık korunması gereken değerli bir mirasa dönüştü.
Belki de bu yüzden o bardakta satılan suyun tadı hâlâ hafızalarımızda. Şemsiye altında bir çocuğun gülümsemesi, mahalle çeşmesinde sırada bekleyen çocukların kahkahaları, yaz akşamlarında taş basamaklarda oturan komşuların sohbetleri…
Ve biliyoruz ki suyun en güzel tadı ne ambalajında ne de fiyatında gizli. O tat, hâlâ çeşme başında gönülden içilen, dostlukla sunulan bardakta.
O çocuk şimdi ne yapıyor bilmiyoruz…
Belki de damacanalarda su satan bir holdingin patronudur.